Geleneksel Türk
Okçuluğu – Dünü ve Bugünü
Türk
Okçuluğu denildiğinde; Orta Asya-Türk kökenli halklara özgü okçuluk
uygulamalarının bütünsel durumu ifade edilmekle birlikte, batı nezdinde son
dönem Türk temsilcisi sıfatıyla Osmanlı İmparatorluğu
bünyesindeki okçuluk uygulamaları kastedilir olmuştur. Türklere ait okçuluk
uygulamalarına yönelik bilgiler; İskit-Sakalardan/ Hunlardan/ Oğuzlardan/
Göktürklerden/ Uygurlardan/ Okçulukta mahir diğer Türk boylarından/ Selçuklu ve
Memlüklerden Osmanlıya aktarılmış olduğunda, askeri/savaş ve sivil/spor okçuluk
alanlarında geliştirilerek 15 ve 16. yüzyıllarda en üst düzeyine ulaşmış oldu.
Bu dönemde en nitelikli yay ve oklar Osmanlı'da üretildiği gibi en üst düzey -
Elit - Atıcı/Okçu/Kemankeş dahi Osmanlı'da yetiştirilmiştir. Özellikle 1453
yılında İstanbul fethi ile birlikte imparatorluk başkentinde oluşturulan vakıf
statülü Okçular Tekkesi isimli resmi kurum ile; sivil okçuluk
faaliyetleri belirli kurallara bağlanarak disipline edilmiş, bu kurum
bünyesinde kurallara göre yetişen ve başarısını ispat eden okçulara
Kabza/Lisans verilmiş, lisans alan sporcuların okçular Sicil Defterine
kayıtları yapılmış, bu sporculardan Menzil Alan/Rekor Kıran sporcuların
isimleri Menzil Defteri/Rekor Defteri'ne yazılmış, bu kurumun belirlediği
kuralların imparatorluk coğrafyasındaki diğer yerlerde de uygulanması zorunlu
tutularak 20. yüzyıl başlarına kadar bir spor federasyonu gibi okçuluk
faaliyetlerine devam edilmiştir. Bu kurumun önemi, kurulduğu zamanda henüz
dünyada benzer nitelikli bir okçuluk kulübü dahi yokken, dünyanın
ilk okçuluk spor kulübü olması ve imparatorluk bünyesinde 460 yıl gibi
bir süre boyunca faaliyetine devam etmiş olmasıdır.
Osmanlı'nın
okçuluk uygulamaları, diğer halklardaki uygulamalardan farklılık ve özgünlük
gösterir. Özellikle sportif Menzil Okçuluğu alanındaki Osmanlı
uygulamaları, dünyada başka bir örneği bulunmayan kendine özgün bir
disipline sahiptir. Bu nedenle günümüzde Geleneksel Türk Okçuluğu denildiğinde;
Osmanlı'daki Menzil Okçuluğu başta olmak üzere diğer okçuluk uygulamalarına ait
ok-yay-malzeme, okçuluk kıyafetleri ve Atıcı/Okçu/Kemankeş'lere yönelik
teknikleri de içerisine alan bütünsel faaliyetler anlaşılmaktadır. Bu anlayış
Türkiye dışındaki halklar nezdinde de genel kabul görmüş bir durum olmakla
birlikte Türk Okçuluğu kavramı, Osmanlı-Ottoman ile ilgili olarak da literatür olmuş
bir durumdadır. Bu kapsamda Geleneksel Okçuluk-Traditional Archery
literatüründe yer alan Geleneksel Türk Okçuluğu - Traditional Turkish
Archery/Turkish Archery; sahip olduğu özgünlük nedeniyle Geleneksel Türk
Yayları, Geleneksel Türk Okları, Geleneksel Türk Kıyafetleri (Geleneksel Okçu
Kıyafetleri) ile birlikte Üstad/Antrenör niteliğine sahip kişilerin yanı sıra
Elit Sporcu niteliğine de sahip Atıcı/Okçu/Kemenkeşlere yönelik teknikleri ile
de önemli bir kültürel değer oluşturmuş durumdadır. Bu değer nedeniyle
Geleneksel Türk Okçuluğu, UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miraslar
listesine de alınmıştır.
Osmanlı, ordu
planlaması ve örgütlenmesi kapsamında tüm savaşçı/asker nitelikli görevlere
önem verdiği gibi okçu birliklerine de önem vererek son derece hassas
çalışmalarda bulunmuş ve gerek askeri gerekse sportif alanlara yönelik olmak
üzere gereken kaynakları da aktarmıştır. Bu kapsamda askeri talimhaneler
haricinde sivil halka da yönelik olarak imparatorluk coğrafyasının hemen her
yerinde Ok Meydanları oluşturulmuş ve asker dışında sivil nitelikli kişilerden
de okçuların yetişmesine gayret edilmiştir. Çünkü yay-ok kullanmak, ata
binmek-kılıç savurmak, kadim zamanlardan beri bir Türk için kadın/erkek olmazsa
olmaz geleneklerden ve hatta bazı durumlarda Töre idi. Bu nedenle devlet içinde
tüm bireylerin Alp niteliklere sahip olması esastı ve Ordu-Millet
anlayışı içerisinde Osmanlı da bu anlayışı devam ettirmek istiyordu.
Osmanlı
erken dönemlerinde, ordu içerisindeki okçuların özel misyonları vardı. Bu
nedenle Osmanlı; yay ve ok yapımında en üst düzeye ulaştığı gibi, bu araçları
kullanacak Atıcı/Okçu/Kemankeş kişiliğine yönelik eğitimlerde de en üst düzeye
ulaşmış durumda idi. O dönemlere yönelik kayıtlarda, Osmanlı'nın ulaştığı bu
düzeyin diğer devletler ya da halklar üzerinde hayranlık oluşturduğu
yazılmaktadır. Elbette Osmanlı bu bilgiye, geçmiş kökenlerinden gelen
tecrübeleri ve çağdaşı olduğu halklardaki bilgileri de harmanlayarak
ulaşmıştır. Örneğin, Osmanlı-Türk yaylarının temel özelliği; organik ve kompozit/mürekkeb/katık-katınçlı/bileşik
malzemeden üretilmiş bir yapıda, kısa ve güçlü/etkili olmasıdır. Böyle bir yay,
o zamanki en verimli malzeme bileşimi ile -ağaç/boynuz/tendon/balık tutkalı
kullanılarak- üretiliyor idi. Kısa olması, 110-120 cm arasında bir uzunluğa
sahip olarak daha hafif olması ki o dönemlerde diğer halklardaki yayların (ve bu
yaylara uygun okların da) daha uzun ve ağır olduğu bilinmektedir. Kısa yay ile
kısa çekiş yapılır ve kullanılan ok da kısa olur. Ok boyu kısalırken
hafiflemiş, özel tasarımı ile hızı ve menzili/mesafesi artarken, delici güç/etki-şiddeti
de artırılmıştır. Bu sayede daha hafif ama daha etkili bir teçhizata sahip bir asker,
yaya ya da at üstünde çok seri hareketler yapabiliyor ve 360 derece ile her
yöne ok atabiliyor olmuştur. Yayların güçlü olması ise, 150 libre ve üzeri güce
kadar varan yayların yapılabildiği kayıtlardan anlaşılabilmektedir. Yay
ustaları hassas ölçüler ile yaptıkları yayları, kullanacak okçuların fiziksel
özellikleri ve çekiş güçlerine göre ayarlayabiliyorlardı çünkü her okçu aynı
fiziksel özelliklere ve çekiş gücüne sahip değildi. Sonrasında da ok üretimi
yapan usta, üretilen bu yaya uygun oku üretir ve sahibine teslim ederdi. Yay ve
Oku'nun kendi fiziksel özelliklerine göre özel olarak üretildiğini bilen okçu,
yoğun idmanları sayesinde ustalıkla uyguladığı Mandallama/Başparmak Çekişi tekniği
ile de dakikada 20 ok ve fazlasını atabilir hale gelebiliyordu. Bu atış hızı,
savaş zamanlarında orduya büyük bir avantaj sağlıyor ve hatta Ok Yağmuru olarak
yapılan uygulaması ile düşmana büyük bir zayiat veriliyordu.
Bir yay,
hangi amaç ile kullanılacak ise o amaca uygun üretilirdi. Savaş/Tirkeş Yayı,
Menzil Yayı, Puta Yayı ve Darb Yayı genel kategorize yaylar olup; Savaş/Tirkeş
Yayı savaşta kullanılırdı, Menzil Yayı sportif amaçlı uzak mesafe atışları için
kullanılırdı, Puta Yayı hedef atışları ve hedef idmanları için kullanılırdı,
Darb Yayı ise zırh/metal/cam/ağaç kütüğü/mermer gibi sert nesneleri delmek amaçlı
kullanılırdı. Mesela bu yay türlerinden savaş yayları, Yaya Okçular/Atlı
Okçular farklılığına göre farklı uzunluk ve güçte/librede üretilirdi. Atlı
Okçuların yayları daha kısa ve daha hafif librede olurdu. Yine de bugün için
düşündüğümüzde, bir atlı okçunun kullandığı librenin üst düzey bir libre olan
70-90 libre civarında olduğunu okumaktayız. Bunların yanı sıra talimhanelerde
idman amaçlı kullanılan Talim/Meşk Yayı, yeni başlayanlara yönelik yay çekiş
tekniğini öğretme/kol-sırt kaslarını ısındırma/kuvvetlendirme amaçlı olup ok
atılmayan Kepaze Yayı gibi genel amaçlı yay türleri de vardır. Öte yandan bir
yay hangi niteliklere sahip ise, o yay ile atılacak ok da o yaya uygun
nitelikte olmalı idi. Yay türüne göre üretilen ahşap/kamış/bambu oklar,
hassas hesaplar ile o zamanın şartlarında da olsa üst düzey balistik
değerlerine dikkat edilerek üretiliyor idi. Böyle oklara Endamlı Ok (özel gövde
şekli verilmiş) denilir idi. Endamlı oklar; ele alınan bir ok çubuğunun (ulun)/ok
şaftının 24 bölüme ayrılması (Oğuzların 24 boyuna atfen) sonrasında,
Baş-Boyun-Göğüs-Göbek-Baldır-Ayak bölgeleri (insan vücuduna atfen)
isimlendirmeleri ile bu bölgeler üzerinde yapılan özel şekillendirmeler sonucu
üretilirken bu üretime uygun ağırlıkta olacak ok ucu/temren/soya ve ok
yeleği/tüyü de takılarak üretimi tamamlanırdı. Bu şekilde üretilen okların bazı
yerleri ince, bazı yerleri kalın olur. Genel olarak bu şekilde 3 tip ok
üretilmiş olup Kiriş Endam, Şem Endam ve Has Endam/Tarz-ı Has isimleri ile
kullanılmışlardır. Böylece söz konusu oklar; kullanılacağı yer/amaç ve yaya
uyumlu/uygun spine/esneme değerli, hafif, dengeli, dayanıklı, hava sürtünmesi
en az/aerodinamik yapılı, gidiş mesafesi (menzili) en fazla ve etki gücü
(darb) şiddetli olacak değişkenler dikkate alınarak üretilmiş olunuyordu.
Yay üretici
ustaları/Kemanger önemli kişiler olduğu gibi, ok üretici ustaları/Tirger de o
kadar önemli idi. Çünkü bir ordu için yay silah, ok ise cephane/mühimmat idi.
Bu nedenle bu araçların üretilmesine yönelik malzemelerin de temini/tedariki
stratejik öneme sahip idi. Bu amaçla birçok köy, yerleşim yeri ve ormanlık
alanlarda yay ağacı yetiştiriciliği, ok yapmak için uygun ağaçların
yetiştiriciliği, ok uçları/temren ve ok tüyleri/yelek için gereken malzemelerin
temin edileceği iş türleri/tedarikçiler, kiriş/çile ipi için gerekli olan ipek
üretimi/tedariki, zihgir/okçu yüzüğü vb. nitelikli gerekli diğer ürünler için
de ciddi planlama ve görevlendirmeler yapılırdı. Bu şekilde görevlendirilen
yay/ok/kiriş/zihgir ustaları, öncelikle ordu için üretim yaparken sivil halkın
kullanımına yönelik de üretim yaparlardı. Söz konusu yay/ok çeşitleri ile barış
zamanlarında -düğün /dernek /bayram /panayır /kutlama /karşılama-uğurlama gibi
etkinlikler kapsamında Ok Meydanı/At Meydanı/Cirit Meydanı gibi alanlarda
okçuluk gösterileri de yapılır ve Hüner Atışı adı altında
okçular hünerlerini sergileyerek yöneticilerce ödüllendirilirlerdi. Bu tür
okçulardan bazıları, o zamanların Keskin Nişancıları idi ve bazıları özel
görevler ile padişah/şehzade/komutan/kaptan/vali gibi kişilerin özel korumaları
olarak da görev yaparlar, bazen de özel operasyonlara gönderilirlerdi. Osmanlı
şehzade ve padişahları içinde ünlü okçu/kemankeş olanları da vardı. Bunlardan
bazıları Okçular Tekkesi kurallarına göre herhangi bir iltimas
geçilmeden kabza/lisans almış, bazıları da menzil/rekor sahibi olup
kendi adlarına menzil taşı/rekor taşı diktirmiş idiler. Son dönem
padişahlarından Sultan II. Mahmud (hüküm süresi 1808-1839) böyle bir padişahtır
ve kendi adına menzil/rekor taşı vardır.
16 ve 17.
yüzyıllar itibariyle tüfek kullanımının ordu içinde artıyor olması nedeniyle
okçuluk, bir savaş ve savunma aracı olmaktan yavaş yavaş çıkmaya başlamış ve
bir spor uğraşısı haline dönüşmeye başlamıştır. Osmanlı'nın son dönemlerinde
Sultan II. Mahmud'un bu sporu hayatta tutabilmek için çok gayret gösterdiğini
ancak vefatıyla birlikte okçuluk faaliyetlerinin günden güne azaldığını,
Tanzimat ve Meşrutiyet düzenlemelerinin de etkisiyle bu faaliyetlerde ciddi bir
duraksama olduğunu görmekteyiz. Okçular Tekkesi’nin son şeyhi olan Mutî
Efendi’nin 1912 yılında vefatıyla birlikte tekkeye bir daha şeyh ataması
yapılmadığı, bu şekilde 1913'e kadar faal olduğu ve böylece de faaliyetine son
verildiği anlaşılmaktadır. Hâlbuki kadim zamanlardan beri gelinen süreç
içerisinde Osmanlı bünyesindeki yay-ok üretici ustaları ile bu malzemeyi
kullanan Atıcı/Kemankeş durumundaki kişilere yönelik deneyimler, Türk okçuluk
uygulamalarına yönelik farklılıkları içerir özgün bir form kazanmış ve entelektüel
bilgi durumuna dönüşmüş idi. Okçuluk faaliyetlerinin bu şekilde
sona ermesiyle birlikte, yay-ok ve diğer okçuluk malzemeleri üretici ustaları
azalmış, başka sektörlere yönelmiş, gerek üretim alanında ve gerekse sporcu
yetiştirilmesi alanına yönelik usta-çırak ilişkisinden doğan
entelektüel bilgi de hızla kaybedilmiştir. Öte yandan bu zaman aralığında dünya
gündemine giren Modern Spor akımları ve bunlara yönelik Olimpiyat oyunları kapsamında
söz konusu spor akımları Osmanlı topraklarına da girmiş ve hızla yaygınlık
kazanmaya başlarken okçuluk sporunun yanı sıra diğer geleneksel sporların
tamamı da unutulur olmuştur. Araya giren savaş yılları ve Osmanlı'nın dağılış
süreci gibi nedenler de eklenince artık eski dönemlerdeki gibi başarılı okçular
yetiştirilememiş ve 20. yüzyılın ilk çeyreği açısından neredeyse Okçuluk
sporunu yapan hiç kimse kalmayacak bir duruma gelinmiştir. Cumhuriyet
dönemine gelindiğinde, Atatürk'ün de emirleri ile bu spora Ok Spor çatısı
altında yeniden önem verilmiş ve sonrasında kurulacak olan Okçuluk
Federasyonu'nun da oluşturulmasına yönelik çalışmalar yapılmıştır. Zaman içinde
Okçuluk Federasyonu'nun çalışmaya başlaması ile de Türkiye'deki Okçuluk sporu
faaliyetleri Modern Sporlar tarzında reforme edilerek Modern Okçuluk uygulamaları
kapsamında yürütülmeye başlanmıştır.
Günümüzde
Türkiye, Modern Okçuluk dalında önemli başarılar elde ederek uluslararası
yarışmalarda Altın madalyalar ile de başarısına başarı katmıştır. Modern
Okçuluk faaliyetleri tüm dünyada yaygın bir şekilde uygulanırken, geleneksel
okçuluk uygulamalarına yönelik faaliyetler de tüm dünya genelinde yeniden
canlanmaya başlamıştır. Bu kapsamda özellikle okçuluk geçmişi olan Asya
ülkeleri başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri ile ABD bünyesinde de
kendilerine özgü geleneksel okçuluk faaliyetleri artış göstermiş ve yapılan
faaliyetlere yönelik foto/video gibi görüntüler günümüz medya iletişim araçları
ile web ortamında paylaşılarak kültürel etkileşime konu olmuştur. Bu süreç
içerisinde Osmanlı'nın geliştirmiş olduğu yay/ok türleri ve atış teknikleri,
batı kökenli olan araştırmacıların dikkatini çekmiş ve bu konularda çeşitli
araştırmalar ile yayınlar yapmışlardır. Örneğin, Menzil Yayı ve Menzil Oku
denilen ve sadece Menzil Okçuluğu spor yarışmalarında kullanılan malzemeler ile
Tozkoparan İskender isimli ünlü Osmanlı Kemankeşi (1500'lü yılların ilk
çeyreğinde hayatta olduğu biliniyor) yaklaşık 846 metrelik rekor bir atış
yapmış ve bugün bu rekor geleneksel yaylar ile halen kırılamamış
durumdadır. Osmanlı-Türk yaylarını ciddi bir şekilde incelemiş bulunan
Adam Karpowicz, böyle bir mesafeye atış yapılabilecek yayın en az 140-150
librelik bir güçte olması gerektiğini tahmin etmektedir ki böyle bir atışı yapabilecek
atıcının da üst düzey - Elit Sporcu- olduğu da muhakkaktır. Yine Osmanlı'nın
endamlı okları, batıya ait modern okçuluk literatüründe de incelenmiş ve benzer
şekilde balistik değeri olan alüminyum/karbon oklar yapılabilmiştir. Öte yandan
modern okçuluğun bugün kullandığı yayların, çıkarılıp takılabilen Kanat/Limb
tasarımları, geleneksel Asya-Türk yaylarının Sal/Kasan/Kasan Başı denilen yay
kolu bölümlerinin modern yaylara uyarlanmış hali olarak karşımıza çıkmaktadır.
Benzer şekilde yay tutuş ve atış sonrası yay bırakış/son taşıma tekniklerine
yönelik bazı uygulamaların da geleneksel öğretiden modern öğretiye aktarılmış
olduğunu görmekteyiz.
Üzülerek
ifade etmeliyiz ki kültürel değerlerimizi bizim dışımızdaki kişilerin
oluşturmuş olduğu kaynaklardan öğrenmek durumunda kalırken, bize ait
tasarımların batıda reforme edilerek yine bize satılıyor olması da üzerinde
düşünülmesi gereken ayrı bir durumdur. Buna rağmen sevindirici bir gelişmedir
ki geleneksel okçuluğa yönelik gelişmelerden Türkiye de etkilenmiş ve neredeyse
150 yıllık bir durgunluk sonrası bu alanda yeniden hareketlenmeler başlamıştır.
Bu kapsamda 2000'li yıllar itibariyle geleneksel okçuluk alanına gönül veren
kültür elçisi nitelikli hamiyet sahibi kişilerin gayretleri ile Geleneksel Türk
Okçuluğu yeniden hayat bulmuştur. Onların bu gayretleri tohum hükmünde sonradan
mahsulatını vermiş, Okçular Tekkesi misyonu yeniden canlandırılmış, Okçular
Vakfı - Ata Sporları ve Etnospor gibi organizasyonların doğmasına önayak olmuş,
böylece toplumsal farkındalık oluşturulmuş, bu kültürümüzü de içerisine alan
bazı TV dizileri vizyona girerek kültür hizmetinde bulunulmuş, bir çok yerde
geleneksel okçuluk/atlı okçuluk spor kulüpleri kurulmuş, bu sporu yapmaya
başlayanların sayısında ciddi artışlar görülmüş, artan talep nedeniyle
unutulmuş bir sektörü temsil eden geleneksel yay-ok-okçuluk
malzemesi/aksesuar/kostüm ve koşum takımları yeniden üretilmeye başlanmış, Ata
Sporları Konfederasyonu, Geleneksel Spor Dalları Federasyonu (Atlı Okçuluk) ve
Türkiye Geleneksel Türk Okçuluk Federasyonu (Yaya Okçuluk) gibi federasyonların
da kurulmasıyla bu spora gönül verenlerin bir disiplin dahilinde organize
olarak faaliyet göstermelerinin de alt yapısı oluşturulmuş, bu kültürel
değerlerimize resmi kurumsal düzeyde sahip çıkılmış ve artık hak ettiği değer
verilmeye başlanmıştır. Bunun yanı sıra Türk Okçuluk kültürüne ait eski yazılı
kaynaklar da araştırmacılar tarafından tekrar taranmış, günümüz Türkçe'sine
çevrilerek basılı kaynak haline getirilip bu spora gönül verenlerin erişimine
sunulmuş, üniversitelerde tezler hazırlanır hale gelmiş, bilim camiasında bu
konularda yeni araştırmalar ile çeşitli makale ve yeni kitaplar yazılır olmuş,
sektörel üretimde bulunan esnaf/işletmeler açısından da modern malzemelerin
kullanımıyla harmanlanmış geleneksel formdaki okçuluk ürünlerine yönelik
üretimlerin önü açılmış, düzenlenen çeşitli yarışma/etkinlik/festival gibi
organizasyonlar ile de maddi/manevi katma değer oluşturan faaliyetler yürürlüğe
konulmuştur.
Kaybedilen değerlerimizin
telafi edilebilmesi temennisiyle, esen kalınız...
8.04.2021
C. Yunus
ÖZKURT